DARUŞŞİFA İSLAM TIP TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
https://dasitad.com/index.php/darussifa
<p>DARÜŞŞİFA İSLAM TIP TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ</p> <p>e-ISSN: 2822-4949</p> <p>Darüşşifa İslam Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisi,1 Mart 2022’de yayın hayatına başlamıştır ve ilk sayısı Haziran 2022’de yayımlanmıştır. Dergimiz başta İslam Medeniyetinde Tıp, Sağlık Bilimleri, Eczacılık, Tıbbı Nebevi, Halk Bilimleri ve Veterinerlik, İlahiyat, Felsefe, Sosyoloji, Tarih ve Bilim Tarihi alanlarının tarihine dair makale, derleme, kritik, çeviri ve doktora tez özeti türünden bilimsel çalışmaları kabul edecektir. Söz konusu alanlara ait olmak üzere hakem değerlendirmesine sunulan, hakem değerlendirmesi sonucunda yayımlanabilir oluru almış ve Yayım Kurulu tarafından yayımlanması kararlaştırılmış makaleleri online ortamda yayımlayacak uluslararası hakemli bir dergidir. Haziran ve Aralık tarihlerinde olmak üzere periyodik olarak yılda iki defa yayımlanması planlanan Darüşşifa İslam Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisi, nitelikli bilimsel araştırmaların yaygınlaşmasını önemsemekte, bu ürünleri ilgili okurlara ve bilimin gelişmesini destekleyen kişi ve kurumlara ulaştırmayı amaçlamaktadır. Süreçleri yayın etiğine ve hizmet kalitesine uygun olarak yürüten Darüşşifa İslam Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisi Dergisi, bilimsel değeri yüksek makaleler yayımlamak suretiyle uluslararası indekslerde taranma yanında dolaylı olarak genç araştırmacıların akademik açıdan yetişmelerine katkı sağlamayı hedeflemektedir. Makalenin ister yayımlanabilir ister yayımlanamaz olduğuna karar verilsin, bütün hakem raporlarının aynı zamanda araştırmacıyı bilimsel çalışma yapma kabiliyeti açısından eğiteceğini düşünmekteyiz.</p>Assoc. Prof. Zehra Gençel Efetr-TRDARUŞŞİFA İSLAM TIP TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ2822-4949Abbâsîlerde Büveyhî Hâkimiyeti Sonuna Kadar Bağdat Merkezli Sağlık Kuruluşları
https://dasitad.com/index.php/darussifa/article/view/66
<p>İnsan sağlığı, ademoğlunun varoluşundan itibaren yaşamın her anında çok önemli olmuş ve sonsuza dek de hayatî olmaya devam edecek bir olgudur. Tarih boyunca insanlar, hastalıklardan kurtulma, şifa arama, sağlıklı bir yaşam için tedavi arayışı içerisinde olmuşlardır. İnsanların bu arayışları ve çabaları sonucunda buldukları çözümler ise tıp ilminin ilk bilgilerini ve temelini oluşturmuştur. Bu bilgi ve birikimler, Antik Yunan, Roma, Hint ve Sâsânî medeniyetlerinden etkileşimle birlikte sentezlenerek gelişme göstermiştir. Bu bilgi birikiminin etkisiyle İslâm tarihi döneminde tıp bilimi; İslâmiyet’in doğuşuyla ortaya çıkmaya başlamış, Emevîler Dönemi ile önemli atılım gerçekleştirmiş, Abbâsîler Dönemi’nde ise zirveyi yaşamıştır. Abbâsî halifesi Mansûr; Akdeniz, Basra Körfezi, Hazar Denizi, Hint Okyanusu ve körfezleri ile Mısır, Bizans ve Mağrib bağlantıları nedeniyle stratejik bir konuma sahip Bağdat’ı başkent olarak belirlemiş ve böylece ticari hareketliliğin ve şehirleşmenin hız kazandığı bir dönemin de altyapısını oluşturmuştur. Özellikle VIII. - XII. yüzyıllar arasında İslâm dünyasının önemli ilim, kültür ve medeniyet başkenti haline gelen Bağdat; civar bölgelerden yoğun göç alarak kültürel çeşitliliğin harmanlandığı, farklı etnik kimlikteki ilim adamlarının toplandığı ve değer gördüğü, ayrıca pek çok eserin tercüme edildiği bir cazibe merkezi olmuştur. Tüm bu gelişmeler neticesinde bilhassa H. IV.-V. yüzyıllar, “İslâm medeniyetinin altın çağı” ve “İslâm Rönesansı’nın gerçekleştiği devir” olarak adlandırılmıştır. Bu dönem gelişmelerinin önemli bir ayağını da tıp alanındaki yenilik ve ilerlemeler oluşturmuştur. Sâsânîler’den itibaren Hristiyanların yoğun olarak yaşadığı ve günümüz İran toprakları içerisinde bulunan Cündişâpur şehri, ilmin ve bilhassa tıbbın merkezi olarak ön plana çıkmıştır. Abbâsî halifelerinin teşvik ve davetleriyle burada yetişen önemli pek çok bilim insanı, Sâsânîlerin yıkılması sonrası Bağdat’a gelerek Abbasî Devleti’ne hizmet etmeye başlamışlardır. Bilhassa Cündişâpur Tıp Akademisi’nde ilim tahsil eden öğrenciler, Bağdat’ta bulunan Beytü’l-Hikme tıp akademisine hocalarıyla birlikte akın etmişlerdir. Halife Mansûr döneminde başlayan ve Hârûnürreşîd döneminde zirveye ulaşan Cündişâpûr merkezli bu ilmî göç hareketi, Bağdat’ta pek çok hastanenin kurulmasına ve tıbbî gelişmelerin artmasına neden olmuştur. Bu çalışmada Büveyhîlerin Bağdat hâkimiyeti sonuna kadar (1055) Abbasî Devleti’nde Bağdat merkezli kurulmuş olan sağlık kuruluşları ve tıbbî gelişmeler ele alınacaktır.</p>Nurullah FIRAT
Telif Hakkı (c) 2024 Nurullah FIRAT
https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0
2024-06-302024-06-3031110Akşemseddin ve İbn Sînâ’da Mâddetü’l-Hayât İçeriğinin Karşılaştırılması
https://dasitad.com/index.php/darussifa/article/view/70
<p>İstanbul’un manevi fatihi olarak bilinen Akşemseddin (ö. 863/1459), tasavvufi kimliğinin yanı sıra hekimliği ile de oldukça meşhur olmuştur. O, tasavvuf alanında yazmış olduğu <em>Risâletü’n-Nûriyye, Makāmât-ı Evliyâ ve Def</em><em>ʿ</em><em>u Me</em><em>ṭ</em><em>â</em><em>ʿ</em><em>ini</em><em>’</em><em>ṣ</em><em>-</em><em>Ṣ</em><em>ûfiyye </em>isimli eserlerinin dışında tıp alanında da günümüzde hâlâ üzerinde çalışılması gereken <em>Mâddetü’l-Hayât</em> isimli eseri kaleme almıştır. Eserinde hastalığın ırsiliği, kanser gibi konulara değinmiş ayrıca mikrop ve bulaşma konusunda kesin bilgiler veren İtalyan hekim Fracastor’dan (ö.1553) en az bir asır önce mikroptan bahsetmiştir. Akşemseddin, gördüğü bir rüya üzerine eseriyle aynı adı taşıyan mâddetü’l-hayât ilacının diğer adıyla mübarek sıvının da her türlü hastalığa iyi geleceğini söylemiştir.</p> <p>Yapılan araştırmalar sonucunda Akşemseddin’in her derde şifa olduğunu söylediği mâddetü’l-hayât isimli ilacın içeriğinde yer alan yakut, cıva ve kükürdün, geçmişte de birçok hekim tarafından kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu hekimlerden birisi Akşemseddin’den dört asır önce yaşayan ve <em>eş-Şifâ, en-Necât, Uyûnü’l-</em><em>Ḥ</em><em>ikme</em> gibi musiki, felsefe, tıp alanlarında birçok önemli eseri kaleme alan İbn Sînâ’dır. Onun tıp alanında yazmış olduğu<em> el-Kanun fi’t-Tıb</em> isimli eseri ise yaşadığı döneme damgasını vurmuş, Batı’da yıllarca ders kitabı olarak okutulmuştur. İbn Sînâ tıp tarihinde önemli bir yeri bulunan bu eserinde Akşemseddin gibi her derde şifa olacak bir ilaçtan bahsetmemiştir. Ancak tedavilere dair vermiş olduğu reçetelerde yakut, cıva ve özelikle de kükürdü çok sık kullanmıştır. Bu çalışma, İbn Sînâ’nın <em>el-Kanun fi’t-tıb</em> isimli eserinin içeriği ile her derde şifa olduğu söylenen <em>mâddetü’l-hayât</em>’ın içeriğinin karşılaştırılarak kullanıldıkları yerlerdeki benzerliklerinin ve farklılıklarının tespit edilmesi amacıyla kaleme alınmıştır.</p>Merve Süngü
Telif Hakkı (c) 2024 Merve Süngü
https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0
2024-06-302024-06-30311127Osmanlı’da 19.Yüzyılda Yurtdışına Öğrenci Gönderilmesi Bağlamında Modernleşme
https://dasitad.com/index.php/darussifa/article/view/69
<p style="font-weight: 400;">Osmanlı İmparatorluğu’nda 16. yüzyıl sonlarından itibaren medreselerde bozulma, ulemanın toplumsal hayattan uzaklaşması, devletin toprak kaybı ve halkın ekonomik durumunun kötüleşmesi nedenleriyle birtakım ıslahatlar yapılması ve dış dünyaya bakış açısının değiştirilmesi gerekliliği anlaşılmış, Avrupa’daki modern bilimin gelişimine yetişilmesi hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda, önce elçiler yoluyla Batıyla irtibat sağlanmaya çalışılmış ve Batılı uzmanlar ülkeye getirilmiştir. Ancak, yurtdışından uzman getirmenin ümit edilen gelişme için yetersiz olduğunun fark edilmesi ve Osmanlı’nın yeni usul okullarında daimî bir öğretim kadrosuna ihtiyaç duyulmasından ötürü Avrupa’ya devlet politikası olarak öğrenci gönderilmesine karar verilmiştir. Sadece askerî bir eğitim için değil, ayrıca tıp, ziraat, madencilik, resim, kimya, teknikerlik, sivil mühendislik, dericilik, fotoğrafçılık, mimari gibi alanlarda tahsil görmeleri için de öğrenciler gönderilmiştir. Ulaşılabilen sayısal verilere göre, 19. yüzyılda Osmanlı’dan Batı ülkelerine toplamda 409 kişi gönderilmiştir. Bunların yaklaşık ¾’ü Müslüman, ¼’ü gayrimüslimdir. 290 kişi Fransa’ya, 67 kişi İngiltere’ye, 34 kişi Avusturya’ya, 10 kişi Almanya’ya ve 6 kişi de Belçika’ya gitmiştir. Gönderilen öğrencilerin sayısında yıldan yıla artış olması, özellikle Tanzimat süreciyle beraber devletin yurt dışına öğrenci göndermeye verdiği önemin açık bir ispatıdır. Osmanlı İmparatorluğu dönemin bilimsel gelişmelerine ayak uydurabilmek adına çok çaba sarf etmiştir. Sadece yurtdışına öğrenci göndermekle kalmamış, ayrıcaAvrupa’ya gönderilen öğrencilerin yabancı dil alt yapısının sağlamlaştırılması ve yurtdışındaki eğitim hayatlarında daha başarılı olmaları adına Avrupa’nın yüksekokul ve üniversitelerine hazırlık niteliğinde, Fransa’da Osmanlı okulları açmıştır. Bu okullarda verilen dersler; Fransızca, tarih, coğrafya, trigonometri, statik, temel fizik ve kimya, geometri, cebir, temel astronomi, savaş teknikleri ve istihkâm olarak özetlenebilir. Avrupa’ya gönderilen ve buradaki eğitimleriyle Batı’nın bilimsel ve kültürel yönlerini tanımış olan öğrenciler, döndüklerinde bu birikimlerini kullanabilecekleri bir devlet hizmeti görevine girmişlerdir. Askerî ve sivil mekteplerde muallim, orduda subay, elçiliklerde sefir, eyaletlerde vali ve sarayda sadrazam olmak gibi devlet yönetiminde önemli vazifelere getirilmişlerdir. 19. yüzyılda Avrupa’ya gönderilen öğrenciler arasında Selim Sâbit Efendi, Ali Rıza Bey, İsmail Hakkı Çelebi, Mehmed Sirâceddin, Kimyager Derviş (Paşa) gibi önemli isimler aldıkları eğitim sonucunda, Osmanlı’da yeniliklere imza atmaları, modern tıp alanı başta olmak üzere yeni bilim dallarının Osmanlı eğitim sistemine girişini sağlamaları ve eserler yazmaları gibi özellikleri hasebiyle göze çarpmaktadır.</p> <p style="font-weight: 400;">Osmanlı’nın 19. yüzyılda Avrupa’ya öğrenci gönderme uygulaması birçok farklı bileşeni ihtiva etmesinden ötürü, bu makalede her açıdan irdelenmesi mümkün değildir. Bu araştırmada, 19. yüzyılda Osmanlı’dan Avrupa’ya gönderilen öğrenci sayısı, yıllara göre öğrenci sayısı dağılımı, eğitim aldıkları alanlar, fennî bilimlerde (tıp, fizik, kimya, biyoloji, veterinerlik) eğitim gören öğrenciler, yurda dönüşte istihdâm alanları, döndüklerinde müspet bilimlerde çalışmalar yapanlar arasından özellikle Osmanlı’ya yeni giriş yapan müspet bilimlerdeki ilk örnekleri oluşturan çalışmaları sebebiyle seçilmiş birkaç kişinin kısa biyografisi verilmiştir. Bu kişilerden Fen Bilimlerinin yeni dalları olan zooloji ve organik kimyada eserler vermiş; İsmail Hakkı (Çelebi) ve Kimyager Dr. Ali Rıza Bey’in eserlerinden bir tanesi seçilerek içerikleri üzerinde durulmuştur. Burada amaç; modernleşme bağlamında Osmanlı’nın 19. yüzyılda yurtdışına gönderdiği öğrencilerden özellikle Fen Bilimlerinde eğitim alanlar ve Fen Bilimlerine katkıları olan kişilerin tanınmasını sağlamak, fen bilimleri ve bilim tarihi alanlarında çalışma yapanlara ışık tutmaktır.</p>Nazime Tamdoğan
Telif Hakkı (c) 2024 Nazime Tamdoğan
https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0
2024-06-302024-06-30312855